RESUL KOCATÜRK DAVASI

RESUL KOCATÜRK DAVASI Melike Fernaz MÜSTECAPLIOĞLU - 13 April 2022 - Comments

RESUL KOCATÜRK DAVASI

Anayasa Mahkemesi kararına konu olan somut olaya bakıldığında Başvurucu ve kardeşi, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Babalarının vefat ettiğini öğrenen başvurucu ve kardeşi 5/4/2016 tarihli dilekçe ile yaklaşık 470 kilometre mesafedeki Ordu\'nun Fatsa ilçesinde yapılacak cenaze törenine katılmak ve taziyeleri kabul etmek için Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) izin talep etmişlerdir. Söz konusu dilekçede vefat tarihi ile cenaze töreninin ne zaman yapılacağı hususlarında bir bilgiye yer verilmemiştir. Başsavcılık 7/4/2016 tarihli yazısıyla talebin reddine karar vermiştir. Kararda; yapılan araştırma sonucu başvurucunun babasının 4/4/2016 tarihinde vefat ettiği ve 5/4/2016 tarihinde öğle namazını müteakip defnedildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca, İnfaz Kurumu Karakol Komutanlığınca il içi ve il dışı randevulu hasta sevklerinin yoğunluğu nedeniyle personel yetersizliğinin olduğu ve bu durumun güvenlik bakımından sakınca oluşturduğu yönünde bilgi verildiği, bu kapsamda sevk esnasında güvenlik zafiyetine neden olunabileceği kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve anayasa düzenlemelerine yer verilen AYM kararında savunma veren Kocatürk, “Daha önce birçok kez hastane sevklerimiz ertelendi ya da iptal edildi. Bu yönde uygulama ve planlama yapılarak, bana refakat edecek personelin temin edilebilinirdi. Ayrıca taziye kabulüne ilişkin talebimde dikkate alınmadı. En azından definden bir iki gün sonra taziyede bulunmam sağlanabileceği, bazı hükümlüler cenaze törenine katılmaları sağlanırken bana bu imkân tanınmadı. Cenaze töreni ve taziyeye katılamadığım için büyük üzüntü duydum” diye belirtti. Kocatürk, aile hayatına saygı hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine dikkat çekti. AYM ve AİHM’in benzer kararlarına yapılan atıflar örneklendirilen kararda, “Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna Hicabi Dursun ve Selahaddin Menteş’in karşı oyları ve oyçokluğuyla, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verildi” denildi. AYM, Kocatürk’e 5 bin 500 TL manevi tazminat verilmesine karar verdi. Kocatürk’ün başvurusunun kabul edilemez olduğunu savunan görüş bildiren Hicabi Dursun, başvurucunun cenazeye katılamamasının ailesinin oturduğu Ordu’nun Fatsa ilçesinden 470 kilometre uzakta olduğunu ve izin verilmesi durumunda da cenaze defnine yetişmesinin oldukça düşük bir ihtimal olduğunu belirtti. Dursun, “Başvurucunun talebinin reddedilmesinin doğrudan doğruya başvurucunun babasının cenazesinin defnine katılamaması sonucunu ortaya çıkardığı söylenemeyecektir” dedi. Ayriyetten Yönetmeliği hatırlatan Dursun karara katılmamasına dair savunmasını şöyle sürdürdü: “Ceza infaz kurumunda tutulmanın doğası da göz önünde bulundurulduğunda kamu makamlarının tutuklu ve hükümlülerin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması hususunda diğer kişilere yönelik kısıtlamalara nazaran daha geniş bir takdir yetkisini haiz oldukları kabul edilebilir. Başsavcılığın vermiş olduğu red kararının gerekçesinin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının sınırlanmasının gerekliliğine ve ölçülülüğüne yönelik tatmin edici bir açıklama içermediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte söz konusu bireysel başvuru bakımından başvuru yollarının tüketilmesi şartının uygulanmaması hususunda çoğunluk görüşünden ayrılıyorum. Başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekirken başvurucunun özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.”dedi Öncelikle yukarıda olayın muhteviyatından birçok yerde belirtildiği üzere alıntı yaparak bahsettim. Somut olaya konu olan cenazeye katılma talebi son derece normal bir talep olup olağan hayatın akışında karşımıza çıkan ve tüm insanların karşılaşabileceği bir durum olarak değerlendirilmelidir.Kocatürk’ün başvurusunun kabul edilemez olduğunu düşünen Hicabi Dursun’un da fikrinin yadsınamayacak doğruluk payı vardır. Vefat 04/04/2016 tarihinde gerçekleşmiş olup karara konu olan dilekçenin verilmesi 05/04/2016 tarihinde gerçekleşmiştir. 470 kilometre uzaklıkta olan bir bölgeye cenazenin defni için yetişmeye olanaksız olduğunu söylemekte yarar vardır ancak tüm bu gerçekler insanın insan olmasından kaynaklı olarak sahip olduğu ve anayasa tarafından 20. Ve 41. Maddelerle güvence altına alınan özel hayata müdahale niteliği taşıdığı gözler önüne serilmelidir. Verilen kararda da buna vurgu yapılmış ve bu karar çeşitli AİHM kararlarıyla desteklenmiştir. Somut olayda cenazeye katılmanın gerçekleşmesi elverişsiz gözükse de sonrasında yapılabilecek olan taziye kabulu için yeterli süre olduğu ve bunun da gerekli tedbirler alınarak gerçekleştirilebilinecek olması bu kararın haklılığını ortaya çıkarmaktadır. Devletin elinde yanlıştan dönme imkanı varken taziyeye katılmasına da izin vermeyerek bu ısrarlı tavrından geri adım atmamıştır. Taziye kabulü ölenin yakınlarının bir araya gelmesine ve ölüm nedeniyle duyulan acıyı paylaşarak hafifletmeye imkân sağlayan geleneksel bir olgudur. Cenaze defnedildikten hemen sonra başlayan kabulün ne kadar süreceği konusu yerel kültürle ilgili bir meseledir. Bu imkanın hükümlüye sağlanması gerekliliği gözler önüne serilmiştir.Kaldı ki hükümlünün içinde bulunduğu hükümlü sıfatı dolayısıyla diğer insanlardan farklı bir tutum içerisine konulması Anayasa madde 10 eşitlik ilkesi açısından sakınca doğurmaktadır. Bir insanın hükümlü olması, bir suç işleyerek karşılığında ceza alması onun sahip olduğu etik, aile ve eşitlik değerlerinin adeta hiçe sayılmasını gerektirmez. Bu karar hükümlülerin de olağan hayata katılıp diğer insanlarla neredeyse eşit sayılabilecek haklara sahip olup tekrardan toplumla bağlantılarının yenilenmesi ve topluma kazandırılmaları konusunda umut olarak görülmelidir. Kaldı ki başvurucu bazı hükümlülere bu imkanın sağlandığını ve davalı makamın ileri sürdüğü hastane sevkleri nedeniyle personel yetersizliği nedenini ileri sürmesinin mesnetsiz olduğunu söylemiştir. Diğer hükümlülere bu imkanın sağlanması ve başvurucuya bu imkanın sağlanmaması anayasa madde 10’dan kaynaklanan eşitlik ilkesine aykırılık teşkil eder. Devlet tüm kamu makamlarıyla birlikte tüm vatandaşlara eşit davranmalıdır. Hukuk devleti tüm insanların haklarını koruyan ve adil bir şekilde adaletin yürütülmesini gözeten devlet anlamına gelmektedir ve bu tür uygulamalarla bu ilkenin içi boşaltılmamalıdır. Başvuru yollarını tüketilmesi konunda ise şunu söylemeliyim ki iç hukukta başvuru yollarının tüketilmesi gerekliliği devlete sebebiyet verdiği mağduriyeti giderme olanağının verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu olayda başvuru yollarının tüketilmemesi kesin bir şart olarak değerlendirilmeyip daha yumuşak yaklaşılmıştır. Karar verilirken Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Ceza infaz kanunu gereğinden hükümlüler işledikleri suçtan dolayı ceza alırlar ve bu yüzden de onlara getirilen kısıtlamaların hukuki dayanağı olduğu söylenmelidir. Anayasa madde 13 göz önüne alındığında bu kısıtlamaların demokratik toplum gereklerine aykırı olmamak koşuluyla ölçülü bir şekilde sınırlandırabileceğine değinilmiştir. Buradaki kilit kavram ise ölçülülük ve orantılılık kavramlarıdır. Hükümlünün içinde bulunduğu hükümlülük hali gerekleri onun öz babasının cenazesine bu mümkün olmasa bile yaşadığı şiddetli elem ve üzüntü düşünüldüğünde (kişinin babası 1. Derece yakın olarak görülür.) taziyeleri kabul ederek yakınlarıyla ve taziyeye gelen eş dost akrabalarıyla bu şiddetli elemin geçmesi bu paylaşıma izin verilseydi sağlanabilirdi.İncelenen başvuruda başvurucunun izin talebinin Başsavcılık tarafından durumun gerektirdiği özene uygun bir süratle sonuçlandırılmaması ve ret kararının ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayandırılmaması nedenleriyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Başsavcılık kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Tüm bu gerekçelere dayanarak Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararın yerinde olduğunu ve emsal niteliğinde bir karar olduğunu düşünüyorum ancak tabi ki zamanı geçmiş ve yaşanmış bir olayı manevi tazminatın bu kadar az olması da beni düşündürdü. Kaldı ki Türkiye’de verilen manevi tazminat miktarları göz önüne alındığında bu miktar bile yeterli olarak düşünmeme sebebiyet verdi her ne kadar sebep olmuş olunan elem ve üzüntünün maddi olarak karşılanamayacağını düşünsem de...